Tengricilik (Tengrizm)
Gök Tengri inancı bütün Türklerin ana kültüdür. Bu kült, Kunlar, Tabgaçlar, Gök Türkler, Uygurlar gibi eski Türk boylarında inanç sisteminin başında yer alır. Orkun yazıtlarında, Türk Tanrı inancının temelleriyle ilgili bazı bilgilere rastlanmaktadır. Tonyukuk bengü taşında birçok kez adı geçen Tangri ya da Tengri, daha çok 'milli' bir tanrı niteliği taşır. Gök Türkler'in Çin esaretinden kurtularak İkinci Göktürk Devleti'ni kurmaları (680-682), Tanrı'nın isteğiyle gerçekleşmiş kabul edilir; Hakan'ı Türklere Tanrı vermiş, budun Hakanı terk edince Tanrı tarafından cezalandırılmıştır. Yani Tanrı Türk Milleti'nin hayatı ve geleceği ile ilgilenen bir ulu varlık durumundadır.
Gök Tanrı (Kök Tengri) kavramının eski Türk inanışında önemli bir yer tuttuğu konusunda daha somut örnekler de vardır: Tanrıkut Mete (Motun) Çin hükümdarına yazdığı bir mektupta, kendisini tahta Gök-Tanrı'nın çıkardığını bildirmiş, Gök'ün yardımıyla ve kendi askerlerinin ve atlarının çabalarıyla çevresindeki 26 devleti ve (Gansu'dan kuzey Tibet ile batı Türkistan'a kadar uzanan bölgede) bazı halkları yenerek Kun'laştırdığını belirtmiştir. Görüldüğü gibi, günümüze kalan belgelerde, devletin başına kağanı Gök'ün getirdiği belirtilmiş, devletin ve insanların yönetimi de Gök'e mal edilmiştir: Tanrı Türk'ün yaşamına doğrudan karışır, buyruklar verir, iradesine boyun eğmeyenleri cezalandırır, insanlara bağışladığı iktidar (kut) ve kısmeti (ülüğ) değerini bilmeyenlerden geri alır. Şafak söktüren (tan üntürü) ve bitkileri oluşturan da 'Ulu Tanrı'dır. O, yaşam verici ve yaratıcıdır, ölüm de Tanrı'nın iradesine bağlıdır.
Bütün bu inanışlar, Gök Tanrı'nın 'eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varoluşuna hükmeden, cezalandıran ve ödüllendiren bir ulu varlık olduğunu' ortaya koymaktadır.
Türk inanç sisteminin Gök-Tanrı dışında bir başka özelliği de Atalar Kültüdür. Ölmüş atalara saygı, onlar için kurban kesilmesi, ataerkil ailede baba egemenliğinin belirtisi sayılmaktadır. Kunların her yılın mayıs ayı ortalarında atalara kurban sunulduğu bilinmektedir. Eski Türkler'de en büyük kurban, bozkırlı Türk'ün kutsal bir duyguyla benimsediği 'at'tır. Eski Türk bölgelerinde özellikle Altay'lardaki kurganlarda birçok at iskeleti bulunmuştur. Atalarla ilgili kalıntıların kutlu sayılması, mezarlara yapılan tecavüzlerin sert şekilde cezalandırılmasından da anlaşılmaktadır : Batı tarihçilerine göre Attila'nın ikinci Balkan seferinin nedenlerinden biri, Kun hükümdar ailesine ait mezarların Margus (Belgrat dolaylarında, Tuna kıyısındaki kent-kale) piskoposu tarafından açılarak soyulmasıdır. Kunlar'ın büyük bir hakaret saydıkları bu işe piskoposu sevk eden etken, eski Türkler'in erkek ölüleri silah ve değerli eşyalarıyla; ölen başbuğları altın ve gümüş koşumlu atlarıyla; kadınları da süs eşyaları ve mücevherleriyle birlikte gömmeleriydi. Bunun nedeni, Türkler'in, öbür dünyada ikinci bir hayatın varlığına ve ruhların sonsuza kadar yaşadıklarına inanmalarıydı.
Türkçe'de (Gök Türkçe, Uygurca) 'ruh' için can anlamına gelen 'tin' sözcüğü kullanılıyordu. Bu aynı zamanda 'soluk' demekti. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülüyordu. Bu yüzden de bazen 'öldü' yerine 'uçtu' denir, ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Bu nedenle Eski Türkler'de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın ya da mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.
Eski Türkler'de 'ruh'ların insan biçiminde düşünülmesi söz konusu olmadığı için, tapınmaya ilişkin putlara da rastlanmaz. Türkler gizli güçleri olduğuna inandıkları doğa olgularına kutsallık vermekle yetinmişlerdir. Doğada gizli güçlerin bulunması inancı, Orkun yazıtlarında 'yer-su' (yarsub) terimiyle yansıtılmıştır. Bu açıdan yer-su 'kutsal' sözcüğüyle nitelendirilmiştir. Genellikle bu tür inançlarda maddi yaşam koşullarının, ekonomik ve toplumsal etkenlerin rol oynadığı kabul edilmektedir. Orkun yazıtlarında, Türkler'in yararına çalışan manevi güçler anlamında kullanılan yer-su sözcüğüne oldukça sık rastlanır. Eski Türkler'de kutsallık 'ıduk' kavramıyla dile getirilmiş, özellikle Göktürkler'de sular, dağlar ıduk sayılmıştır. Her boyun her obanın bir kutsal dağı olmuş, bu dağ ıduk olarak benimsenmiştir.
Gök Tanrı'ya sunulan bütün kurbanlar, adaklar ilgili dağa götürülerek orada törenle, şölenle gereği yapılmıştır. Orta Asya Türkleri arasında en yüce, en kutsal sayılan dağ 'Ötüken'dir. Ötüken yalnız dağ değil aynı zamanda bir ormandır. Türkler ona büyük saygı göstermiş, adaklar sunmuş, kurbanlar kesmişlerdir. Kurban, iyi ruhların sembolü ve yerinin gökyüzünde olduğuna inanılan 'Bay Ülgen' için kesilmişse başı 'doğu'ya, kötü ruhların sembolü ve yeraltında olduğuna inanılan 'Erlik' adına kesilmişse 'batı'ya çevrilir.
Dağların yanı sıra bazı tepeler, ormanlar, sular, ateş, gök gürültüsü, ay ve güneş de kutsal sayılmıştır: Bizans elçisi Zemakhos Orta Asya'da Batı Göktürk sınırına vardığında, Türkler'in onu ve arkadaşlarını alevler üstünden atlatarak kötü ruhlardan arındırdıklarını belirtmiştir. Kunlar döneminde güneş, ay, yıldız kültleri (daha sonra 6. - 8. yy. larda Türk toplulukları arasında değerlerini yitirmişlerdir) de rol oynamıştır; Kun hükümdarı her sabah doğan güneşe, gece de dolunaya saygısını belirtirdi. Ayrıca Gök-Tanrı'nın yanı sıra yer de büyük önem taşımıştır. Ancak, eski Türk belgelerinde geçen 'yer' sözcüğüyle toprağın kastedilmediği, tanrısal gücün öğelerinden biri olarak 'yer'i, tanın kültürüne bağlı topluluklardaki 'toprak tanrısı' ile karıştırmamak gerektiği. Eski Türk dinine göre 'yer'in de Tanrı tarafından yaratılmış olduğu araştırıcılar tarafından belirtilmektedir.
Orta Asya Türkleri'nin yaradılış efsanesine göre, tanrıların en yükseği, insanoğlunun atası olan Tengere Kayra Han (ya da Bay Ülgen), 'kişi'yi, onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri yaratmış; 'kişi'nin kendisine baş kaldırması üzerine, ona 'Erlik' adını vererek ışık evreninden yeraltı atmış, yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalında bir cins insan yaratmıştır. Orkun yazıtlarında da, Türk evrendoğum inanışı hakkında: 'Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış' cümlesine rastlanmaktadır. (Uze Kök Tengırü, asra yağız kılındıkta, ikin ara kişioğlu kılınmış). Bu cümleden bazı araştırmacılar, Kök Tengri deyimiyle bir tek yüce Tanrı'nın değil, doğrudan 'mavi gök'ün kastedildiğini; Kök Tengri deyimiyle 'Ulu Tanrı' kastedilseydi, 'yaratanın da aynı zamanda yaratılmış olması' gibi çelişkinin söz konusu olacağını belirtmektedirler.
Altaylar'da dünyanın sonlu olduğu günün birinde yıkılacağı inancı vardır. Bu inanca göre, yeryüzü yaşamı sürekli değildir; günün birinde sona erecek ve insanlar, hayvanlar, bitkiler yok olacaktır. Bu sona doğru insan soyunda azalma başlayacak, suçlar çoğalacak, günahlar alıp yürüyecek, insanlarda tanrı korkusu kalkacaktır. İyilik simgesi Bay Ülgen'le, kötülük simgesi Erlik arasında oluşacak büyük savaşın sonunda, Bay Ülgen dışında bütün savaşanlar ölecektir. Bay Ülgen bütün canlıların öldüğünü, yeryüzünde kendisinden başka kimse kalmadığını görünce 'kalkın ey ölüler' diye bağıracak, bu çağrı üstüne bütün ölüler yattıkları yerden kalkacaktır. 'İnsanların yeniden dirilmesi' anlamına gelen 'kalkancı çağ' (kalıcı çağ) budur.
Kunlar'da gerçek bir dinle karşılaşılmakta, Gök Türkler'de ise Gök Tanrı bütünüyle manevi bir 'güç' durumuna gelmektedir.
Gök-Tanrı dininin Türkler'e özgü bir inanç olduğu, 'Tanrı' (Tengri) sözcüğünden anlaşılmaktadır: Bu sözcük belirli fonetik farklarla ( Başkurtça dışında ) bütün Türk lehçelerinde yer almasının yanı sıra, birçok Asya topluluğu dillerine giren ortak bir kültür öğesidir; Türkçe olan 'Tanrı' sözcüğü en açık biçimde Çince yazılmış bir metinde Kun imparatoru Mete'nin unvanları arasında geçmektedir.
Tengricilik ya da Göktanrı dini tüm Türk ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki inancıydı. Tengri'ye ibadet etmenin yanında Animizm, Şamanizm, Totemizm ve atalara ibadet etmek bu inancın diğer ana hatlarını oluşturuyordu. Tengri, bugünkü Türkçe'deki Tanrı kelimesinin eski şeklidir.
Bu inanca göre Gök'ün yüce ruhu Tengri'ydi. İnsanlar kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip, onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Büyük dağların, ağaçların ve bazı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bu cisimlere doğru yöneltirlerdi. Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna, her katta çeşitli tanrıların, tanrıçaların ve ruhların varolduğuna inanılırdı. İnsanlar doğaya, tanrılara, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp, belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tuttuklarına inanırlardı. Eğer bu denge kötü ruhların saldırısıyla ya da bir felaketten dolayı bozulursa bir şamanın yardımıyla tekrar düzene sokulması gerektiğine inanılırdı.
Tengrizm'in ana hatları
1- Çok tanrılı gibi gözükmesine rağmen aslında tek tanrılı bir dindir. Bu inanca göre Tengri tektir, en üstündür ve her şeyin yaratıcısıdır.
2- Tengricilikte: kutsal sular, kutsal taslar, kutsal agaçlar etrafinda ibadet yapilir. Mescit yoktur.
3- Tengricilikte de gerçek âlemin yanında bir de "gök âlemi" ve bir "yeraltı âlemi" vardır. Bu âlemlerin arasındaki tek bağlantı, dünyanın merkezinde duran "Dünyalar Ağacı"dır. Gök âlemi ve yeraltı âlemi'nin yedişer katları vardır (bazen yeraltı 9 kat, bazen de gök 17 kat olabilir).
4- Umay, Ülgen, Erklig Han gibi varliklar, Gök-Tengri'nin özel melekleri, iyeleri olarak da kabul edilebilir.
5- Tengriciler, doğaya çok önem verir. Doğada bir dengenin olduğuna ve bu dengenin değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer canlıların zarar göreceklerine inanır.
6- Tengriciler, hayvanların, bitkilerin ve doğadaki diğer olguların da ruhları olduğuna inanırlar.
7- Bazı dağlara, ormanlara ve ırmaklara kutsal değerler yüklerler.
8- Tengriciler, bazı gezegenleri, uyduları, yıldızları, yıldız kümelerini ve diğer gökbilimsel olguları kutsal sayarlar.
9- Tengricilikte erkeğin toplumdaki statüsü kadınınkinken üstün değildir.
İbadetler
Yeniay ve dolunay'da en fazla buyan elde edilebildiğine yani ibaedetlerin kabul edildiyine inanılır.
Güneş Ay, ateş, su, hava,Toprak
Tengri'nin kudretinin sembolleridirler. Insanların gök'e dua ederek elde ettiklerine inandıkları "Buyan" adlı enerji, güneşin göğün neresinde durduğuna bağlı olarak değişir.
Bayramlar
Bayram: Senenin en uzun gündüz olan günü, ve gündüz ile gecenin aynı uzunlukta olduğu gün, en önemli bayramların günleridir.
Baharda: 21. Mart
Sonbaharda: 21. Eylül
Giresun: 7 mayıs bayramı
Yılbaşı: 21 Aralık'dan sonra gelen ilk yeniay olan günde kutlanır.
Kızıl Güneş Bayramı: 21 Haziran'dan sonra gelen ilk dolunay'da kutlanır.
Venüs gezegeninin Türklerdeki adı "Ärklik", Moğollardaki adı "Tsolman"dır. "Ateşli ok" denilen yıldız kaymalarını ve yeryüzüne düşen meteorları Ärklik Han'ın gönderdiğine inanılır. Büyük ayı yıldızlarına Moğollarda Doolon Obdog ("Yedi Yaş Damlalı Adam") derler. Gök'ün Ülker yıldızlarına bağlı olduğuna, ve Ülker'in etrafında döndüğüne inanılır.
Beyaz Ay Bayramı'nda: 14 adet (tütsü?) yakılır. Bunların 7'si "Yedi Yaş Damlalı Adam" ve diğer 7'si Ülker içindir.
Tengrici bir insanın doğaya karşı büyük saygısı vardır, çünkü doğa ruhlarla doludur. Büyük bir dağın, görkemli yaşlı bir ağacın, bir gölün ya da yolundan geçen bir vahşi hayvanın bir ruhu- ve böylece bir kişiliği vardır. Insan doğadan sadece kendine ve ailesine lazım olduğu kadarını alır, savurganlık Tengriyi ve Yer suları öfkelendirir. Eğer insan doğadan birşey alabildiyse bu sırf doğa ruhlarının rızası ile olmuştur. Bu yüzden onlara minnettar olması gerekir.
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİNDE ESKİ TÜRK İNANÇLARININ İZLERİ
Toplumların kültür yapıları incelenmek istendiğinde işe öncelikle inançlardan başlanır. Türk kültür tarihi ile uğraşan araştırmacılar da atalarımızın hayat tarzı üzerine etki eden inançlar üzerinde durmuş, bu inançların kişi ve toplum üzerindeki rollerini açıklamaya çalışmışlardır. Türkler İslam dışında, Budizm, Maniheizm, Zerdüstlük, Musevilik, Hıristiyanlık gibi bir çok dine girmiş olsalar da, çoğunluk Gök-Tanrı inancını ve ona bağlı esasları korumuş, devam ettirmişlerdir. Bugün için Türk dünyasının büyük çoğunluğu İslam dinini kabul etmiştir. Buna rağmen başlangıçtaki Türk inançları da İslamiyet içinde hayatiyetini ve tesirini devam ettirmiştir. Birçok topluluğun eski dinlerinin tören ve geleneklerinden ayrılamadığı bilinmektedir. Bu bağlamda Türklerin eski inançlarına ait birçok kültürel unsurun Türk inanç yumağı içinde yer aldığını görmekteyiz. Toplum tarafından kabul edilmiş, ilahi bir dinin bilinen hükümleri dışında kalan, fakat halk arasında yaygın bir şekilde yaşayan ve tespiti yapılan bu itikatlara folklorik bir terim olarak "halk inançları" denilmektedir.
Türklerin inanç yumağını ve bunun tarihi seyrini gözden geçirip ana hatlarıyla ifade etmek istersek, merkezde "Tanrı"nın olduğunu görürüz. Bunu yardımcı ve koruyucu iyeler, gök ve yer iyeleri, kara iyeler ve ata ruhu arvaklar ile tamamlamak mümkündür.
Türklerin inançları ile ilgili en eski bilgilere Cin yıllıklarında, Bengü Taş Yazıtlarında ve muhtelif yazılı kaynaklarda tesadüf edilmektedir. Eski atalarımız Hun Türkleri, Tengri'ye, Yir-Sub iyelerine, yağız yir iyelerine, Gök Tengri iyelerine ve ata arvaklarına kurban keserek dini törenler tertip ederlerdi. Tanrı, sadece yeri, göğü ve yeryüzünde yaşayan canlıları, insanları yaratmakla iktifa etmez, yarattığı yeryüzünde, Iduk, Ötüken, Yış, Iduk, Yir-Sub sahipsiz kalmasın Türk budunu yok olmasın diye de kağan seçip gönderme, yardım etme vasıflarına da sahiptir.
Türkler yaratıcı güce, varlığa karşı İslamiyet öncesinde ve sonrasında pek farklı inanca sahip olmamışlar, semavi dinlerde olduğu gibi, Türkler kağanlarını yeryüzünde Tanrı'nın elçisi, resulü, gölgesi şeklinde tasavvur etmektedir. Tanrının yukarıda, gökyüzünde olması inancı Türkler arasında bugün de mevcuttur.
Eski Türk dini, Gök Tanrı inancı esas olmak üzere, tabiat kültleri, atalar ve Göktanrı diyebileceğimiz üç ana kısımdan oluşmaktaydı. Günümüzde Müslüman olan Türkler için bu kültler bir din değil, eski inanç sistemlerimizden kaynaklanarak günümüze kadar gelen ve günümüzde de mevcudiyetini devam ettiren gelenek ve göreneklerdir.
Bu tebliğde Doğu Karadeniz Bölgesinde bir inanç yumağı tarzında karşımıza çıkan pratikleri Tanrı, koruyucu iyeler, kara iyeler, ocak, kişioğlu, atalar ruhu etrafında teşekkül etmiş olan inançlar şeklinde ele alıp doğum, evlenme, ölüm törenleri ile ilgili uygulamaları dikkatlere sunmaya çalışacağız.
Bugün Türk dünyasının bir çok bölgesinde mukaddes sayılan dağlar vardır. Özellikle yüksek dağların mukaddes addedilmesinin yanında buralarda var kabul edilen yatırların genellikle isimsiz olduğunu görmekteyiz. Buradan hareketle bu yatırların bazılarının gerçek yatırlar olmayıp İslam öncesi devirde dağ ve tepelerde mevcut olduğuna inanılan üstün güç ve ruhların İslami devirde yatırlar haline dönüştüğünü söylemek mümkündür. Türkler Anadolu'da fetihten sonra yerleştikleri çeşitli yerleri, dağları, tepeleri, ovaları Orta Asya'daki gibi mukaddes tanımışlar ve buraları hayalî yatırlarla şahıslandırmış olmalıdırlar. Ayrıca Altay Türkleri arasında Altay Dağlarına "kayın babamız" denmesi de soylarının ana itibariyle bu dağdan türediğine dair bir inancı yaşattığını gösterir.
Giresun ve yöresinde de dağ ve tepelerin mukaddes sayılması, buralarda ermiş kişilerin mezarlarının bulunduğuna dair bir çok inanç vardır. Tirebolu ilçesi Yalç köyü halkı arasında tepelerde bulunan mezarlarda evliyaların yattığına inanılmaktadır. Bu evliyalar gece yarılarından itibaren atlarla birbirlerini ziyarete giderler. Ziyarete gidiş belli güzergahlardan yapılırmış, bu güzergahlar temiz tutulmadığı taktirde yol güzergahını değiştirdiklerine inanılır ve bu yollar daima temiz tutulur. Samsun ili Karakavuk köyündeki Alibey Dede Türbesi de yüksek bir tepe üzerindedir. Ayrıca Şebinkarahisar ilçesinde bulunan Erimez tepesinde bulunan karın da şifalı olduğuna inanılmaktadır. Bu inanca göre Erimez tepesinde daima kar bulunmaktadır. Sadece yedi yılda bir kar erimekte ve karların altında bulunduğuna inanılan altınlı çeşmede abdest alan ama bir kişinin gözlerinin açıldığı rivayet edilmektedir.
Taş ve kayalar Türklerin inanç sisteminde önemli bir yere sahiptir. Bunlar arasında "Yada Taşı" diye adlandırılan bir cins taş, Türklerin hayatında asırlarca olağanüstü nitelikleri ile yaşamıştır.
Giresun ve yöresinde taş-kaya kültü ile bağlantılı birçok inanış ve rivayetler bulunmakta olup, bunlardan en önemlileri şunlardır: Şehre 26 kilometre mesafede Taşhan köyü yakınlarında bulunan Gelinkayası'nın bir söylentisi vardır. Burada " çok büyük iki taşın bir noktada birleşerek üst üste durması" bir efsaneye bağlanmıştır. Bir gelinin taşa dönüşmesi anlatılmaktadır. Bulancak'ta Gelin Kayası adı verilen şaha kalkmış bir atın üstünde gelini andıran kaya hakkında söylentiye göre, geline babası ne kadar çeyiz vermişse yine kız kanmamış" baba değirmen taşını da ver demiş." Halbuki babasının bundan başka da hiçbir şeyi kalmamış, onun üzerine kızına beddua etmiş." Sende değirmen taşı gibi taş kesil" demiş, o da taş kesilmiş.
Gedikkaya Giresun şehrine 4 kilometre uzaklıkta kaleye ağzını (tıpkı bir kaplan gibi) açmış dik ve sarp bir kayadır. Gedikkayanın ortasının savaş anında kaleden atılan bir topla uçurulduğu rivayet edilmektedir. Giresun ve çevresinde (Eynesil) kıyamete yakın bir zamanda bir taşın yarılarak Hz. Ali'nin oğlunun o taştan çıkacağına dair yaygın bir inanış vardır. Yine taş ve kayaların üzerinde biriken suların cilt hastalıklarına iyi geldiğine inanılır.
Giresun'da her yıl Mayıs ayının yirmisinde Aksu şenlikleri tertip edilir. Rumi takvime göre bugün Mayıs ayının yedisine denk gelmekte ve halk arasında "Mayıs Yedisi" adıyla anılmaktadır. Bu günde Aksu Çayının denize döküldüğü alanda toplanılır özellikle kadın ve kızlar kendilerine uğur getirmesi için Yedi çift bir tek taşı denize atarak dilekte bulunurlar.
Giresun adasında bulunan ve "Hamza Taşı" diye bilinen taşa da el sürülüp etrafında dönülürse tutulan dileğin yerine geleceğine dair inanç vardır. Giresun ve çevresinde erkek çocuklara "Kaya" ismi sıklıkla verilmektedir.
Ötüken ormanlarının Göktürk ve Uygur Türkleri başta olmak üzere bütün Türkler tarafından mukaddes sayıldığını bilmekteyiz. Uygur efsanesinde, Uygur hakanlarının ağaçtan türedikleri söylenir. Dede Korkut Hikayelerinde Basat "atam adın sorarsan kaba ağaç, anam adını sorarsan kağan arslan" diye kendini tanıtır. Ağaç kültü, halk arasında genellikle dağ ve su ile bir arada, dağ-ağaç-su üçlüsü şeklinde görülmektedir. Orhun Kitabelerinde Gök Tanrıdan sonra en hakim unsur olan "yer-sub" kavramının önemlisi bir kısmı işte bu üçlü bazen de ikili olan kültten ibaret bulunsa gerektir.
Anadolu coğrafyası ağaç kültünün yaygın olduğu yerlerin başında gelmektedir. Siirt, Tunceli, Adıyaman ve Elazığ gibi vilayetlerin çevresinde bulunan köylerde meşe ve ardıç ağaçlarının takdir edildiği bilinmektedir. Adana, Ankara, Merzifon, Çorum, ve Muğla gibi çok değişik bölgelerde dallarına çaput bağlanmış, çivi çakılmış veya kovuklarına mumlar yakılmış çınar, çam, ardıç benzeri ulu ağaçlar sık sık göze çarpar.
Giresun ve havalisinde ağaç kültüyle ilgili anlatılan ve yaşatılan inançları Anadolu'nun diğer bölgelerine de benzemektedir. Yeni ay doğuşunda bahçelere sebze tohumu ekilmez. Eğer yeni ay zamanında tohum ekilirse ondan fayda gelmeyeceği ve çürüyüp yok olacağına inanılır.
Başka bir inanca göre evlerin etrafına söğüt ağacı dikilmesi o ev için iyiye alamet kabul edilmez. Söğüt ağacının bünyesi zayıf olduğundan yakınında bulunduğu eve zayıflık ve gariplik getireceğine inanılır. Başka bir inanışa göre; Cuma günleri ağaçlara çıkılmasının uğursuz sayılması, ağaçtan düşüp ölüneceği düşüncesi Giresun ve çevresinde oldukça yaygın bir inanıştır.
Yaşmaklı yol inanışı; Tirebolu ve Kazıkbeli yaylası arasındaki bulunan güzergaha "Yaşmaklı yol" adı verilmektedir. Rivayete göre, çok zengin olan bir gayr-ı müslim kız bu yoldan yaylaya gitmektedir. Mola verdikleri bir yerde eğilmiş bulunan bir "çam" ağacının dallarına başındaki yaşmağı asar ve orada uyumaya başlar. Sabah olunca yaşmağını arayan kız yaşmağı bulamaz. Akşam eğik durumda bulunan çam ağacının da yerinde olmadığını fark eden kız aramaya devam eder. O esnada gece eğilmiş bulunan çam ağacının doğrulduğunu, üzerine serdiği yaşmağında ağacın tepesinde kaldığını görür. O gece mübarek bir gece olduğu ve çam ağacının da secdeye vardığı belirtilir. Gayr-ı müslim kızın da bu hadiseden sonra İslamı seçtiği ve yaylaya giden bu yolu tamir ettirdiği rivayet edilmektedir.
(Tirebolu-Yalç köyü)
Türk inanç sisteminde ateşin çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Anadolu'da yaygın olarak kullanılan "ateş babanın, ocak ananın" sözü Türklerin ateşe verdiği önemi gösterir. İlimiz ve çevresinde ateş ve buna bağlı ocak kültü canlı olarak yaşamaktadır.
Halkın cenazeleri münasebetiyle yakmış oldukları ışık, daha ziyade Muhammedî dönemimizin evveline varan inançların izlerini taşımaktadır.
Giresun'da çocuğun beşiğinin münasip yerine kömür ve kül torbacıkları asılır. Kömürün ve külün çocuğu kötü ruhlardan koruduklarına inanılır.
Giresun'da çocuk doğar doğmaz tuz atılan ocağın üzerinde üç defa çevrilir. Trabzon Şalpazarı bölgesinde aynı işlem, çok ağlayan ve nazar değen çocuklara uygulanır. Ordu'da ocaktan alınan kül bir torbaya konarak çocuğun beşiğine asıldığında çocuk al basmasına karşı korunur.
Giresun ve yöresinde sacayaktan geçmenin uğur getireceğine inanılır. Sacayaktan atlayan kişilerin şifa bulacağı, talihinin açılacağı düşüncesi halk arasında yaygındır. Mayıs yedisi adıyla halk arasında bilenen 20 Mayıs şenliklerinde üç kez sacayaktan geçilir. Sacayakta yapılan bu işlemlerin eski kültürde, şamanlıkta çok yaygın olan ve köklü bir kült olan "ocak"la yakın ilgisi vardır. Bu külte göre ateş kötü ruhların koruyucusudur.
Şebinkarahisar civarındaki köylerde ocakları karartmak iyi sayılmaz. Onun için her ev halkı yatacağı zaman ocaktaki koru güzelce küllenmek suretiyle üzerini örter ve sabahleyin ocağını biri öbürüne kötü sözde bulunacak olursa ona "ocağın bucağın karara, söne, bucağın kör ola (kapalı kala) ocağına, bucağına baykuşlar tüneye" derler. Tirebolu'ya bağlı köylerde ev süpürülürken tozların ocağa doğru süpürülmesi uğursuzluk kabul edilir.
Trabzon Şalpazarı'nda çocuğu al basmasından korumak için yatağın altına bıçak, makas gibi demir eşyalar bırakılır. Rize'de kırklı çocuğun yanına girenlerin ellerini demir zincire sürmelerinin temelinde demirin koruyucu gücü ile ilgili eski Türk inançlarının izleri vardır.
Türk kültüründe koruyucu iyelerden birisi olan su kültünün ağırlıklı bir yeri vardır. Dede Korkut Hikayelerinde Türklerin, suların kirlenmesine karşı olduklarını ve "arı sudan abdest aldı" sözleri Türklerin suya gösterdiği önemi anlatır. Eski Türk inançlarında yir gibi su da bir ıduk mukaddes idi. Türkler her suyun bir sahibi olduğuna inanırdı. Giresun yöresinde de suya bağlı inanç ve pratikler bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Giresun ve çevresinde her yıl Mayıs ayının yirmisinde halk arasında "Mayıs yedisi" olarak bilinen şenlikler yapılır. Karadeniz bölgesinde "Mayıs yedisi" Vakfıkebir, Görele, Bulancak gibi yerleşim yerlerine yakın olan ırmak ağızlarında küçük çapta yapılmaktadır.
Giresun'da Aksu Çayı ağzında yapılan törenler çok canlı ve unutulmaz bir hal almıştır. Bu törenlerde hastalar, dertliler, saralılar, genellikle kadın ve kızlar "Mayıs yedisi" günü ırmağın kıyısına vararak, herkes kendisi için yedi çift bir tek taşı suya atarak dilekte bulunur. Törene katılanlar ikinci olarak suya girip başlarından aşağı maşrapayla ırmak sularını dökerler. Bu uygulamalarla suyun insanda bulunan kötülükleri, hastalıkları, uğursuzlukları alıp götüreceği inancı yaşatılmaktadır. Suyun ayrıca kötülüklerden koruyacağı inancı da vurgulanır.
Trabzon Şalpazarı'nda kına yakılırken gelinin avucuna para konulması, sabahleyin gelinin bu parayı suya atması yer-su kültünde suya atfedilen koruyucu özellikle ilgili olmalıdır. Kına yakılan genç kıza sahiplenilmek suretiyle muhtemel kara-iyelerden korunmuş oluyordu. Müslümanlıkta böyle bir uygulamaya yer yoktur. Kına Anadolu'da çok yaygındır.
Giresun'da Mart dokuzu olarak bilinen 22 Martta hasta olanların dere ile denizin birleştiği yerde yıkanırsa iyileşeceğine inanılır.
Trabzon'un doğu ilçelerinde Alaturbî adı da verilen Mayıs yedisi şenlikleri 6 Temmuz günü deniz bayramı olarak kutlanılır.
Trabzon'da Mayısın 7'sinde (20 Mayıs) denize girmek dertlerin atılmasıdır.
Giresun yöresinde akan suya işenmesi iyi karşılanmaz. Suya işeyen kişinin aklının da suyla akıp gideceğine inanılmaktadır. Yine su başlarının sahipli olduğu, buraların tekin olmadığı inancı halk arasında yaşamaktadır. Suya büyük abdestin yapılması da günah kabul edilir.
Giresun ve yöresinde perilerin pınarları koruduklarına ve pınarların etrafında barındıklarına dair genel kanaat mevcuttur. Peri cinin dişi olanıdır. Genç kız ve kadın şeklinde pınar ve dere kenarlarında erkeklerin karşısına çıkarlar, onlarla evlenirler, yalnız evlendikleri insanlara görünürler. Dereli ilçesi Kızıltaş köyünde Hacı İbrahimoğlu bir kişinin Geyik gölü denen bir gölde balık avlarken oltasına bir perinin takıldığı ve onunla evlendiğine dair bir inanç çevrede yaygındır. Anlatılana göre peri ile olan bu evlilik uzun sürmemiştir. Tirebolu'ya bağlı Özlü köyünde bulunan Acı suyun etrafındaki şeyler üzerine çaput bağlanarak dilek dilenmektedir.
Trabzon'da gelişmemiş, cılız kalmış çocuklar aya uzatılarak "ya al, ya ver" denir. Bundan sonra çocuk ya ölür, ya da olur.Trabzon'da cenaze yeni doğan çocuğun evinin yakınında taşınmaz. Şayet zorunlu olarak taşınacaksa çocuk yukarı kaldırılır.
Ordu'da kırkı çıkmamış bebeği loğusa kadın ziyaret edince bebeği al basmaması için yukarı kaldırırlar. Bu uygulamaların temelinde koruyucu, kurtarıcı en büyük gücün gökte, yukarıda tasavvur edilmiş olması inancı vardır. Gök tanrı inancında Tanrı gökte bulunmaktadır.
Giresun yöresinde halk; güneşin dişi, ayın erkek olduğuna ve ayın güneşe aşık olduğuna inanır. Bu inanışa göre ay, 14 yaşında nur topu gibi bir oğlanmış. Gök Tanrının kızı güneş hanıma aşık olmuş, onu babasından istemiş; güneş kız, işin farkına varınca nurlu yüzündeki ışığın kıvılcımlarını ayın gözlerine batırarak oradan kaçmış. Ay oğlanın güneş hanımın kaçmasından içlendiğini gören Gök Tanrı derhal kızını tutup almasını emretmiş, ay da kızı tutmak için hemen yerinden fırlayarak güneşin arkasına takılmış ve kovalamaya başlamış! O gün bu gün hâlâ güneşin peşinden koşup dururmuş, tuttuğu gün muradına erermiş.
Bu anlatı bize yer ve Gök tanrı inancı izlerinin halen halk arasında yaşamakta olduğunu göstermektedir.
Esasen veli türünden kutsal kabul edilen kimselerden hayatta ve ölümlerinden sonra yardım beklemek sadece doğum evvelinde değil, hayatın muhtelif safhalarında ve farklı ihtiyaçlar için de geçerlidir. Kutsal kabul edilen sulardan, toprak ve taşlardan, ulu ağaçlardan yardım ummak eski Türk inançlarındaki su, toprak ve ağaç kültlerine inanmakla ilgilidir. Doğu Karadeniz bölgesinde doğum evveli, doğum sonrası karşılaştığımız belli başlı inançlar ve pratikleri söyle sıralayabiliriz:
Halk tarafından kutsal sayılan mekanların kutsiyetinden yararlanmak için buralar ziyaret edilir ve çocuğu olmayanların çocuğu olacağına inanılır. İslâmiyet'teki "veli" kültünün derinliklerinde Türklerin eski inançlarının izleri vardır. Kısırlığın giderilmesi için, mezarlardan yardım bekleme inanışı, Türk inancındaki ecdat ruhuna inanmaya dayanmaktadır.
Trabzon'un Şalpazarı bölgesinde çocuğu olmayan kadınlar Sis dağındaki Hâl Evliyası'na giderler. Evliyanın mezarının çevresi taşlarla çevrilidir. Çocuğu olmayan gelin buraya gelince önce abdest alır, Allah rızası için namaz kılar, sonra mezarın yanında yere uzanarak yatar ve elini taşların altındaki deliklerden birine sokarak bir avuç toprak çıkartır. Eğer elindeki toprağın içinden böcek, karınca gibi bir şey çıkarsa bu çocuğu olacağına, eğer bir şey çıkmazsa bu çocuğu olmayacağına işaret eder. Eline aldığı toprağın içindeki böcek ve karınca ölü olursa, çocuğun da ölü doğacağına inanılır.
Yine Şalpazarı-Geyikli yolu üzerindeki mezar da aynı amaçla ziyaret edilir. Mezarın yanındaki ağaçlara ip veya paçavra bağlanarak dilek tutulur.
Samsun'da çocuğu olmayan kadınlar türbeye götürülür. Türbedeki ağaçtan bir dal kopartılır. Bu dal eğilir ve iki ucundan iplikle bağlanarak basit bir yay yapılır. Sonra bu yaya ok şeklinde bir çubuk yerleştirilir. Eğer bu ok fırlarsa gelinin bebeğinin olacağına, fırlamazsa olmayacağına inanılır. Samsun Ladik'te çocuğu olmayanlar Seydî Ahmedî Kebir türbesine götürülür.
Trabzon'da göbeğin kırmızı iple bağlanması, erkek çocuğu olan kadınların al giymesi kırmızı rengin koruyucu özelliğe sahip olması ile ilgilidir.Eskiden mukaddes kabul edilen ağaçlara, ata mezarlarına, kağan mezarlarına çaput bağlayıp, saçı ve kurban sunarak çocuk dilemek Türkler arasında yaygın bir inançtı. Bu inanç sistemi Giresun ve çevresinde bugün bazı değişikliklere uğramış olarak devam etmektedir.
Giresun'da hamile kalmak için sıcağa oturtma denilen bir adet vardır. Bunun için başta ısırgan otu olmak üzere, üç-beş çeşit ot toplanıp bir karışım hazırlanır. Hazırlanan bu karışım bir kaba konularak üzerine kaynar su dökülür ve hamile kalmak isteyen gelin bu sıcak buğunun üzerine oturtulur. Bu uygulama kullanılan otlar-bitkiler farklı olsa da Türk dünyasının hemen tamamında görülür.Giresun ve havalisinde evde kadın veya erkek kepçe ile su içerlerse kız çocukları olurmuş, cezve ile içerlerse zengin olurlarmış.
Düğünden sonra eve gelen gelinin kucağına çocuk verilmesi geleneği yaygındır. Gelinin bu sayede bol çocuğu olacağına ve kısır kalmayacağına inanılır.
İp üzerine oturan kişinin kız çocuğu olacağı inancı yine Giresun'un bütün köylerinde vardır.
Bıçak ve kesici alet üzerine oturan gelinin erkek çocuğu olacağına inanılır. Süpürge üzerine oturan kişinin çok kızı olacağı söylenmektedir.
Ordu'da gelin alayının yolunun kesilerek bahşiş alınması sırasında ilgi çekici bir uygulama yapılır. Bu uygulamada, çoban, sürünün en güzel ve ağır koçunu atının önüne çeker. Eğer gelin, bu koçu tek eliyle çekip atın üstüne alabilirse koç onun olur. Başaramazsa, koçun bedelini çobana ödemek zorundadır. Bu uygulamayı atlı göçebe medeniyeti devrinin bir kalıntısı kabul etmenin doğru olabileceğini düşünüyoruz.
Trabzon'da cin çarptığına inanılan bir hastayı okurken yanında silahla ateş edilir. Bu şekilde cin korkar ve hastanın vücudundan çıkarmış.
Trabzon Şalpazarında gelin eve girerken kapıdaki kazanı tekmeler, kapıya gerilen sarı veya kırmızı ipliği koparır. Eşik üzerine konulan su dolu tası tekmeleyerek suyu evin içine döker.
Ölüm hayatın halk inançları itibariyle önemli ve son safhasıdır. Halk inançlarında bu safha ile de ilgili inançlar ve dini uygulamalar vardır. Bunlardan bir kısmı tevhit inancının en son ve en tekamül etmişi olan Muhammedilik'e, evvelki dinlerin akaidlerinden girmiştir. Bir kısmı ise halkın pratik bazı olumlu sonuçlar almak için muhayyilesinden çıkmıştır. Eski, Türkler ölünün defin töreninden sonra üç, yedi, yirmi, kırkıncı ve yıl sonlarında anma törenleri yapmaktaydı.
Giresun ve yöresinde ölüm ve ölümle alakalı çeşitli merasimler yapılmaktadır. Ölümden sonraki yedi, kırk ve elli günlerde ölüyü anma törenleri yapılır. Bu törenlerde Mevlit ve Kuran okunur. Gelenlere yemek, şerbet, helva ve şeker ikram edilir. Ölünün defninden bir gün sonra ölü evine komşuları tarafından yemek getirilir. Cenaze sonrası helva dağıtılır. Bunun ölünün ruhuna gideceğine inanılır.
Cenaze evden çıkarken hayvanların bağırması halinde ölenin amelinin iyi olmadığına inanılır. Bu inanç yöremizin tamamında kabul edilir. Ölü yıkandıktan sonra bir daha ölüm olmasın diye teneşir tahtasının ters çevrilmesi veya tekmelenmesi Çanakçı ve civarında yaygındır. Ölü yıkandıktan sonra yakınlarının üzerine ölünün hakkının bağışlanması niyetine su serpilmesi geleneğe Yağlıdere ilçesi ve civar köylerde devam etmektedir. Mezarın başında ışık yakılması da eski Türk inançlarının bakıyesidir.
Doğu Karadeniz bölgesinde ölünün gömüldüğü birinci gün, bazılarında yedinci, kırkıncı veya elli ikinci günlerden birinde yahut bir yıl sonra kurban kesildiği ve bütün köyün veya obanın davetli olduğu ölü aşı, ölü yemeği adlı bir ziyafetin verildiği görülür. Ölülerin ruhları için hayır işlemenin bir takvime bağlanması Gök Tanrı inancının uzantısıdır. Seney-i Devriye, mezar onartılması Hunlar döneminden günümüze kadar gelen Eski Türk inancıdır.
Eski Türklerde muska-tılsımlar kullanma adeti ve bu tılsımların her türlü bela ve afetlerden koruyacağına dair inanç çok yaygın olarak görülür. Yapılan sihiri engellemek için kurşun döktürme adeti Şamanizmin kalıntılarıdır.
Giresun ve yöresinde kurşun döktürme adeti yaygın olarak devam etmektedir. Kurşun döktürme işi hem kötülüklerin bertaraf edilmesi için hem de iyiliklere kavuşmak için yapılmaktadır.
Halk inançlarında birtakım "uğursuzluk" arandığı da bilinmektedir. Bunların bir kısmı haftanın veya yılın muayyen günlerinde iş yapılabilmesi ile ilgilidir ki, bunlar muhtemelen geçmiş inançlardaki dini muhtevalı günlerdir. Yine bazı hayvanların "uğur" veya "uğursuzluk" getireceği inancı totemizmin izleri olarak değerlendirilebilir.
Hıdırellez'de (6 Mayıs) doğacak çocuk ve buzağıların sakat doğmaması için tarlaya sebze tohumu ekilerek sakatlığın ve hastalığın tohumlara geçeceğine dair inanç Piraziz, Bülbüllü ve Kılıçlı köyünde yaşatılmaktadır.
Rumi 1 Mart'ta eve sabah namazından sonra bir kuzu getirilip evin gezdirilmesi ve eve su serpilmesi inancı yaygın olarak Piraziz'in Bülbüllü köyünde yaşatılır.
Baykuş ötmesinin uğursuzluk sayılması, bu mahallede bir kişinin öleceğine delalet sayılması. Bulancak ve köylerinde günümüzde de yaygın olan bir inançtır. Aynı şekilde köpek uluması da uğursuzluk sayılmakta yine bir kimsenin öleceğine işaret kabul edilir.
Sabahın erken saatinde tavşan görmenin uğursuzluk sayılması. Yağlıdere ve civarında görülmektedir.Terme'de evlerin bacalarına şişe konulması adeti vardır. Evde bulunan bakire kızların sayısını simgeleyen bu uygulama Hitit ana tanrıçası Kibele'ye dayanmaktadır. Termeliler bacalarındaki şişelerin bakire kızları belirttiğine şiddetle karşı çıksalar da Terme'ye komşu olan bölgelerin halkı bakire kızlar konusunda ısrarcıdırlar. Termelilere göre şişe uygulaması leyleğin baca üzerine yuva yapmasını engellemek içindir.
SONUÇ
Doğu Karadeniz bölgesinden verdiğimiz ve eski inançlarımızın hala yaşadığını gösteren bu örneklerin bir kısmı da şüphesiz İslami karakterlidir. Biz kültür zenginliklerimizin gün ışığına çıkması ve kültürümüzün köklerinin tespite katkımız olsun diye bu tespitleri sıralamaya çalıştık. Bu sahada ele alınacak kültürel değerlerimiz elbette bu kadar sınırlı değildir. Ayrıca Doğu Karadeniz bölgesi tabirinden bu derece kısıtlı bir alan kastedilir ise sağlıklı bir tanım olamaz. Bütün yurt sathını bir çalışmanın hacmine sığdırmak, böyle bir çalışmanın içerisinde; Türk inanç yapısının genişliğine ve derinliğine bütün boyutlarını ele almak inanç kavramı kapsamına giren her türlü değer yargılarını yaşayan pratiklerle karşılaştırabilmek oldukça zordur. Derya olan Türk kültürüne bir zerre katkımız olur ise kendimizi bahtiyar addedeceğiz. Bunu yaparken gördük ki, millet olarak Doğu Karadeniz bölgesinde İslamiyet'ten evvelki kültür varlıklarımızla birlikte yaşamaktayız.
İbni Fadlan, Türkistan'da sancıyı kesen taş, kanamayı durduran taş, etrafı aydınlatan taş Yada taşı olmak üzere farklı özellikleri olan taşlardan bahsedilmektedir. Anadolu'nun muhtelif yerlerinde "sabır taşı" yani dertlerin sıkıntıların anlatıldığı taşlardan bahsedilmektedir. Sıkıntıların büyüklüğü, çözümsüzlüğü, çaresizliği karşısında bu sabır taşının çatladığı rivayet edilir. Dilek dilemek için taşların kuyu ve su birikintilerine atılması Türk dünyasının her tarafında görülen bir uygulamadır. Efsanelerde görülen taş kesilme motifi de bu inançla ilgilidir. Doğumu kolaylaştırmak için Samsun Kavak'ta deniz köpüğü taşından alınır. Bu taş ezilir ve suya karıştırılıp, doğurmaya çalışan kadına içirilir. Ordu ili Perşembe ilçesinde uyuyan çocuğun yanına taş konulur. Trabzon Şalpazarı bölgesinde çocuğu olmayan kadınlar ceviz kökünün altından geçerler. Ayrıca Trabzon'da boğmacaya yakalanan çocuklar ceviz kökünün altından geçirilir. Giresun'da ceviz ağacının kökleri zayıf ve çelimsiz çocukların güçlü kudretli olması için şifa kabul edilir. Zayıf ve çelimsiz çocuklar ceviz ağacının köklerinin altından geçirilerek güç ve kuvvete kavuşturulması sağlanır. Trabzon-Şalpazarı'nda ölü gömüldükten sonra çocuklara kibrit dağıtılır. Çocuklar kibriti yakıp ışık verirler. Işık'ın Türk halk inançlarında önemli bir yeri vardır. Giresun'da, Trabzon'da ve Şalpazarı ilçesinde cesedin üzerine, şişmemesi için bıçak, makas veya demir parçası konulması demirin koruyucu gücü ile ilgilidir. Alaturbî günü, köylerde ve mahallelerde oturanların çoğu, deniz kıyılarına akın ederler. Ağrılı, hastalıklı olanların deniz suyu ile yıkanınca derlerine şifa bulacağına inanılır. Kısmeti kapalı olanların kısmeti açılır. Aynı inançla kayıklara binilerek en az üç, en çok yedi dere ağzı dolaşılır. Kimileri çömleklere su doldurarak alaturbiye katılamayanlara deniz suyu götürür. Halkımızın doğum evveli inançlarını; çocuklarının olması, doğacak çocuklarının kız veya erkek olmaları, ölmeyip yaşamaları, istenilen bir mesleğe sahip olmaları şeklinde sıralamak mümkündür. Bu münasebetle yatırlardan, yatırların su veya topraklarından medet beklenilir. Bazen de yatır yerine camilerden yardım umulur. Buradaki incelik kutsal makamların kudsiyetinden istifade edilmek istenilmesindendir. İslamiyet'teki Veli kültünün derinliklerinde Türklerin, Türkistan'dan taşıdıkları inançların da izleri vardır. Çocuğu olmayan kadınlara yatırlara, türbelere giderek çocuk dilemeleri bugün için de canlı olarak yaşayan bir gelenektir. Bu türbe ve mezarların belli başlıları şunlardır: Giresun Çınarlar mahallesindeki Seyyid Vakkas Türbesi, Şebinkarahisar Hasanşeyh köyündeki Hasan Şeyh Türbesi, Yağlıdere Tuğlacık ve Tekke köyünde Sarı Halife Türbesi, Keşap-Yolağzı köyü Gökçeoğlu Hüseyin Efendi Türbesi. Hastalıkların şifalarının tabiatta bulunduklarına dair Türk inancının bir belirtisi kısırlığın tedavisi girişimlerinde de görülmektedir. Aile halkı doğacak çocuğun erkek olmasını candan diler. Aileye göre bir erkek çocuk bir ocak umududur. Doğum sonrası bebeğe ve anneye al karısının musallat olmaması için bir çok uygulama yapılır. Bebeğin ve annenin yattığı yatağın yanına bıçak, balta, süpürge gibi aletler konulur. Ayrıca kırkı çıkmamış çocuğun bezleri akşamdan sonra dışarıda bırakılmaz. Yürüme zamanına gelen her çocuk Cuma günü cami kapısına götürülür. Cuma namazından ilk çıkan kişiye çocuğun ayağına bağlanan kırmızı ip kestirilir. Bu işlemin adına "ayak bağı kesmek" adı verilir. Rize, Trabzon, Giresun, Ordu ve Samsun bölgelerinde gelin çıkarılırken, eve getirilirken silah atılır. Bu uygulamanın temelinde ay ve güneş tutulmasında teneke çalmak, gürültü yapmak, olumsuz bir söz söylendiğinde tahtaya vurmak şeklinde karşımıza çıkan gürültü yapma suretiyle kötü güçleri korkutmak anlayışı vardır. Düğünün kısa bir süre sonra genellikle bir hafta içinde yeni evlilerin kız evini ziyaret etmesine Trabzon'da yedi, yedileme; Giresun'da yumurta yeme adı verilir. Burada gördüğümüz yedi rakamı Türklerdeki kutsal sayılarla ilgilidir. Yörede Rumi 1 Mart günü evlere uğurlu sayılan bir kişi getirilir. Bu genellikle çocuklardan seçilir. "Mart bozumu" adı verilen bu işlem sayesinde o yılın bereketli geçeceğine inanılır.