Hizb, Hizbullah ve Hizbuşşeytan
 
Hizb, Hizbullah ve Hizbuşşeytan
Ahmet Özalp
Bir kişinin görüşüne uyarak kendisiyle birlikte bulunan dost ve arkadaşları, belli bir görüş ya da unsur çevresinde oluşan topluluk, parti. Kavim, kabîle gibi tarihsel ve toplumsal bir oluşumla ortaya çıkan topluluğa hizb denildiği gibi; bir kişi, inanç ya da düşünceye taraftarlıkla toplumdan ayrışan siyasî ve itikâdî topluluklara da hizb (hizib) adı verilir. Bu nedenle Kurân, tanımına uygun Müslümanlar topluluğunu "hizbullah", tâğut ve şeytanların peşinden giden insanları da "hizbüşşeytan" olarak adlandırır. Her hizib, kendi içinde sıkı bir dayanışma, yardımlaşma ve taraftarlık bilinciyle hareket ederken,diğer hiziblerle ilişkilerinin temelini sakınma, korunma ve düşmanlık duyguları belirler. Müfessirler, Kurân'daki Hizbullah kavramını "Şi'atullah (Allah'ın taraftarları)", "Ensârullah (Allah'ın yardımcıları", "Evliyaullah (Allah'ın dostları" ve "Cündullah (Allah'ın askerleri)" gibi deyimlerle karşılamaları, hizb'in bu temel özelliklerini yansıtma amacına yöneliktir.

Kurân, hizb kelimesini tekil biçimiyle yedi âyette (5/56,18/12, 23/53, 30/32, 35/6, 58/19-22) dokuz defa, çoğul biçimiyle de dokuz âyette (11/17 13/36, 19/37, 33/20-22, 38/11-13, 40/5-30, 43/65) on defa kullanır. Bu kullanımların üçünde Allah'ın hizbi, partisi anlamında "Hizbullah", ikisinde Şeytan'ın hizbi, partisi anlamında "Hizbüşşeytan" biçimindeki terkilerle özel iki toplum dile getirilir. Diğer kullanımların birisinde kelime Hizbüşşeytan'ı belirtirken, geriye kalanlarda topluluk, kabile, parti gibi genel anlamları dile getirir.

Hizbullah'tan söz eden ilk âyet (el-Mâide, 5/56), müminlerin niteliklerini sergileyen bir dizi âyet içinde yer alır. Buradan yola çıkarak Hizbullah'ın Kurân'ın tanımladığı mûminler topluluğu olduğu söylenebilir. Fakat Hizbullah'ı tanımlayan asıl âyet, belirlenen niteliklerin siyasal ve toplumsal bir boyutunu ortaya koyması bakımından ayrıca önemlidir. Çünkü, müminler toplumunun bir hizbi, hem de Allah'ın hizbi olarak tanımlanmasında asıl belirleyici olan imanın bu boyutudur. Âyet bu boyutu, "Allah'ı, O'nun Rasûlünü ve mü'minleri velî edinmek" biçiminde ifade ediyor. Hizbullah deyiminin iki defa geçtiği diğer âyette (Mücâdele, 58/22) aynı boyutun diğer bir yönü delil getiriliyor. Bu da "Babaları, kardeşleri, oğûlları ya da kabîlesi de olsa, Allah'â ve Rasûlü'ne düşman olanları sevdikleri (meveddet duydukları) görülmemektedir"

Velî edinmek; dost tutmak, yardımlaşmak, otoritesine boyun eğmek, görev ve yetkilerini tanımak gibi anlamlan; meveddet ise sevgi üzerine kurulu bağları ve bunun sonucu olan velâyet ilişkilerini dile getirir. Buna göre Hizbullah, Allah'ın ve Rasûlü'nün otoritesine boyun eğen, İslâm'a teslim olan, içlerinden seçtikleri yöneticilere itaat eden, birbirleriyle yardımlaşan, dostluk ve dayanışma içinde bulunan diğer yandan da en yakın akrabaları da olsa, İslâm düşmanlarını sevmeyen, onlarla işbirliği yapmayan, onlara yardımda bulunmayan müminler topluluğudur. Bu topluluk, velîlerinin yalnız Allah, Rasûlü ve müminler olduğunun (el Mâide, 5/55) bilincinde bulunduğu kadar Hıristiyan ve Yahudilerin (5/51), İslâm'ı eğlence ve oyun edinenlerin (5/57) velî edinilmeyeceğinin, bunun onlardan olmak anlamına geleceğinin de bilincindedir. Müminlerin İslâm inancı çevresinde yeni, bütünüyle farklı bir toplum oluşturmalarını ve Bedir örneğinde görüldüğü gibi, gerektiğinde en yakınlarına karşı hiç tereddüt etmeden savaşmalarını mümkün kılan toplumsal bağlar, yakınlıklar kurmalarını sağlayan bu bilinçtir. Allah, Hizbullah olarak adlandırdığı bu bilinç içindeki toplumun kalplerine imanı yazar ve onları kendisinden bir ruhla destekler. Âhirette cennete konulur ve orada ebedî olarak kalırlar. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Başarıya ulaşacak hizib de yalnızca budur (el-Mücâdele, 58/22).

Doğrudan Hizbüşşeytan deyimi kullanılmasa da Şeytan'ın hizbinden söz eden ilk âyet bir Mekkî sûrede yeralır. Bu âyette müminler, Şeytan'ın düşmanları olduğu ve onun hizbini alevli ateşin halkından olmaya çağırdığı belirtilerek uyarılır (el-Fâtır, 35/6). Hizbüşşeytan deyiminin doğrudan iki defa kullanıldığı âyet ise Medenî bir sûrededir. Bu âyette Hizbüşşeytan'ı oluşturan insanların şeytan tarafından kuşatıldıkları, Allah'ı unuttukları ve üstün gelemeyecekleri ifade edilir (el-Mücâdele, 58/19). İlk âyette Hizbüşşeytan adlandırmasına gidilmemesine ve yalnızca müminlerin uyarılması ile yetinilmesine karşılık ikinci âyette artık toplumsal bir olgu olarak ortada duran bir topluluktan, müminlerden ayrı bir hizib oluşturan insanlardan söz edilir.

Hizbüşşeytan'ı belirleyen nitelikler, Hizbüşşeytan adlandırmasının yapıldığı âyetten önceki beş âyette açıklanır. Bunlar, Allah'ın kendilerine gazâp ettiği bir topluluğu velî edinmişlerdir. Bilerek yalan yere yemin ederler; gerçek ne mü'mindirler, ne de velî edindikleri kimselerdendirler. Yeminlerini kalkan edinip Allah'ın yoluna engel olurlar. Yalancıdırlar. Özellikle Medine ortamı göz önünde tutulduğunda Hizbüşşeytan olarak tanımlanan insanların münâfıklar olduğu açıktır. Münâfıklar, Müslüman gibi göründükleri, iç içe yaşadıkları Müslümanların sahip oldukları bütün haklardan yararlandıkları halde, gerçekte iman etmemiş kimselerdir. Mü'minleri kendilerine inandırabilmek için yemin dâhil her yola başvurur, ancak her fırsatta Allah'ın yoluna engel olmaya çalışırlar. Münâfıkları, eşdeyişle Hizbüşşeytan'ı gerçek müminlerden, Hizbullah'tan ayıran en temel özellik: Allah'ı Rasülü'nû ve müminleri değil, onların karşısındaki kimseleri velî edinmeleridir. Nitekim âyetin indiği ortamda münâfıklar İslâm'ın ve müminlerin zaferini sonuna kadar engellemeye çalışmışlar, bu amaçlarına ulaşabilmek için hem müşriklerle, hem de Yahudilerle işbirliği yapmışlardı. Onların Hizbüşşeytan olarak adlandırılmasının temel nedeni de bu seçimleri oldu. Kurân'ın getirdiği bu tanımlama, bize Hizbullah ile Hizbüşşeytan'ın ayrılması konusunda her zaman için uygulanabilecek değişmez bir kıstas vermektedir.

Kurân, hizb kelimesine, Hizbullah ve Hizbüşşeytan'ı belirtmediği yerlerin büyük çoğunluğunda olumlu ya da olumsuz bir yorum getirmez. Buralarda hizip; topluluk, kabîle gibi anlamlan dile getirir. Buna karşılık dört yerde (18/12;19, 37, 23/53, 43/65) kelime belli bir toplumun parçalanmasına neden olan partileşme anlamında kullanılır. Bunlardan üçû ehl-i kitab'la, biri de müşriklerle ilgilidir. Ehl-i kitab'la ilgili âyetlerde bunların işlerini parçalayıp çeşitli kitaplara ayrıldıkları; her partinin kendi yanında bulunanla sevindiği el-Mü'min, 23/55); partilerin birbirleriyle ihtilafa düştüğü (Meryem, 19/37, Zuhruf, 43/65) belirtildikten sonra "Artık büyük bir günü görmekten ötürü vay kâfirlerin hâline" (19/37) ve "Acı bir günün azâbından vay o zâlimlerin hâline" (43/65) buyrularak hizipleşme küfür ve zulümle ilişkilendirilir. Müşriklerle ilgili olan âyet de hizipleşmenin olumsuzluğunu dile getirir: "Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her hizip kendi görüşleriyle avunur" (er-Rum, 30/32).

Hizipleşmenin anlamlandırılış biçimine bakılarak rahatlıkla Kurân'ın İslâm toplumunda hizipleşmeye izin vermediği söylenebilir. Kurân, gerçek müminlerin tek bir partiyi oluşturduklarını belirterek bunu Hizbullah olarak adlandırıyor. İslam toplumunda bir vâkıa olduğu için kabul edilen ikinci parti ise, münâfıkların, şeytanın kuşattığı kimselerin oluşturduğu Hizbüşşeytan'dır. Bunun dışındaki bütün hizipleşmeler Hizbullah'ın parçalanması anlamına gelir ki, bu da İslâm toplumunun Kurân'ın onaylamadığı ehl-i kitab'tan toplumların durumuna gelmesi demektir. Oysa mü'minlerden istenen; kendilerine apaçık deliller geldikten sonra fırka fırka olup ihtilâfa düşenlere benzememektir. Çünkü ihtilâfın sonu kaçınılmaz bir azâptır (Âli İmrân, 3/105).
 
 
 
 
  89 ziyaretçi (102 klik)  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol