“İbrahimî Dinler” Söylemini Dillendirenden Daha Zalim Kim Olabilir?
Az çok tahmin edebiliyorum. Belki birileri başlığı uçuk bulacak, belki birileri dehşete kapılacak. Siyaset ve toplum mühendislerinin yanlarına bir kısım din önderlerini de alarak dinler arası hoşgörü kültürünü yaymaya çalıştığı bir dönemde zaten başlığı atarken böyle bir tepkiyi göze almış oluyorum. Şu halde rahat olduğumu söylemeliyim. Ancak peşin hükümlü olmamayı şiar edinenlere makaleyi sonuna kadar okumalarını tavsiye etmeden geçemeyeceğim.
Başlıkta anlatılmak istenen meramı başka türlü ifade etmek de mümkün. Oradaki soru istifham-ı inkârî dedikleri, red amaçlı sorulardan olduğu için olumsuz bir cümleyle açımlanabilir. Bu bakımdan başlık muhataba, bir şeyi öğrenme isteğini ifade eden inşa cümlesi değil, ona bir şeyi anlatmak isteyen haber/hüküm cümlesidir ve haliyle “İbrahimî dinler” söylemini dillendirenden daha zalim kimse olamayacağı hükmünü muhtevidir. Ve bu yazı da bu hükmü ispat edecek bilgileri ve bu bilgiler arasında kurulması gereken bağlantıları konu edinecektir. Sözün evvelinde başlığın, “Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır?” (Bakara, 140) ayetinin günümüze dönük bir açılımı olarak tasarlandığını ifade edeyim.
Konuya ıttılası olmayan, dolayısıyla bağlantı kurmakta zorlanacağını düşündüğüm kimseler için önce birkaç mukaddime yapmam gerekiyor. Bunun için ilgili ayetin içinde yer aldığı ayetler gurubunun ana konusuna dair bilgi vermeliyim. Bu ayetler Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, ve Hz. Yakup’un diyanetine, hassasiyetle muhafaza ettikleri dinî kimliklerine dair beyanatı içeriyor. Bu beyanat içerisinde bazen açık bazen dolaylı biçimde Ehl-i kitabın bu peygamberle bir bağının olmadığı ifade edilerek tarih boyu tahrif edilen bir hakikat ortaya çıkartılıyor ve söz konusu vahyin taşıyıcıları olarak Muhammed ümmeti buna şahit kılınıyor.
Meseleye dair daha derinlikli bir bakış için ilgili ayetler içerisinde Ehl-i kitabla ilgili münakaşalara yer veren beyanata da değinmeliyim. İlgili beyanat kabaca ele alındığında bunların bazen Ehl-i kitabın birbirleriyle yaptıkları münakaşalara, bazen de Müslümanlarla giriştikleri münakaşalara temas ettiğini söyleyebiliriz.
Ehl-i kitabın birbirleriyle yaptıkları münakaşalar şu an bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren onların Müslümanlarla yaptıkları münakaşalar. Ya da Müslümanlara karşı iddiaları ve Kur’an’ın bu iddialara verdiği cevaplar. Evet, meselenin bu yanıyla ilgileniyoruz. Çünkü sadece başlığı açıklamam için değil, bugün Hıristiyan dünyasıyla birlikte uygulanmakta olan bazı uluslararası projeler açısından da ilgi alanımız bu istikamette sınırlanmış oluyor.
Ehl-i kitabın Müslümanlara karşı iddialarına ilgili ayetlere konu kılınan şu çağrılarıyla giriş yapabiliriz. “(Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara:) Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim'in dinine uyarız. O müşriklerden değildi.” (Bakara, 135) Kur’an Müslümanlara öğütlediği bu cümlelerle münakaşaya müdahil oluyor; bu iki milletin hakikat ve hidayetle aralarındaki karşıtlık ilişkisine dikkat çekiyor. Hidayeti kendi tekellerinde sanan bu milletlere ayetin haykırdığı gerçek şu: Hidayetin adresi Yahudilik ve Hıristiyanlık değildir; bilakis İbrahim’in milletidir. Bu haykırış Yahudilik ve Hıristiyanlıkla İbrahim’in milleti arasında hidayetle dalalet arası kadar bir fark olduğunu da zımnen ifade etmiş oluyor.
İfade etmiş oluyor ama Ehl-i kitab Hz. İbrahim’i ve onun soyundan gelen diğer peygamberleri istismar etmekten geri durmuyor, her fırsatta İbrahim, İshak ve Yakup peygamberleri sahipleniyorlar. Üstelik Hz. İbrahim’in soyundan gelmeleri İsrailoğulları olduğunu iddia eden Yahudiler tarafından ayrıca bir avantaj olarak görülüyor. Soylarını sürdürdüğümüz bu peygamberlerin dinleri de bizimle yaşıyor, iddiası her hallerine yansıyor. Kur’an buna cevap olarak soy bağının bu noktada bir şey ifade etmeyeceğini yine ilgili ayetler içinde şöyle ifade ediyor: “Onlar bu dünyadan göçüp gitmiş birer ümmettir. Kazandıkları sadece kendilerine, sizin kazandıklarınız da sadece sizedir.” (Bakara, 134)
Ehl-i kitabın sözünü ettiğimiz bu peygamber istismarcılığı bazı ayetlerde dolaylı, bazı ayetlerde doğrudan konu ediliyor. Dolaylı biçimde konu edildiği ayetlere bakalım önce. Mesela Yahudilerin, en basitinden “İsrailoğulları” vurgusunda istismar ettikleri İsrail peygamber, yani Yakup (aleyhisselam)’ı düşünelim. Yahudilerin, Hz. Yakub’un da kendileri gibi Yahudi olduğu ve evlatlarına da haliyle Yahudiliği vasiyet ettiği yönündeki iddialarına Bakara 133. ayeti dolaylı biçimde temas ediyor. Ancak bu ayete geçmeden önce tablonun bütününü görmek için birkaç ayet öncesine gidelim. Allah katında muteber dinin sadece İbrahim’in dini olduğunu tasrih eden “Kendini bilmezden başkası İbrahim'in dininden yüz çevirmez.” (Bakara, 130) ayetini hatırlayalım. Hz. İbrahim’in dininin biricikliğini ortaya koyan bu ayetin ardından başta İbrahim peygamber olmak üzere soyundan gelen diğer peygamberlerin de hep bu din üzere oldukları ve hep bu dini vasiyet ettiklerini bildiren şu ayete geçelim: “İbrahim bu dini oğullarına vasiyet etti. Yakub da: «Oğullarım! Allah bu dini size seçti, siz de ancak Müslimler olarak can verin» dedi.” (Bakara, 132)
Şimdi bu ayetlerin ardından Yahudilerin yukarıdaki iddialarını yalanlayan bir sonraki ayeti okuyalım: “Yoksa Yakub can verirken sizler yanında mı idiniz? O, oğullarına: «Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?» diye sormuştu; Onlar da: «Senin İlahın’a ve ataların İbrahim, İsmail, İshak'ın Rabbi olan tek ilaha kulluk edeceğiz, bizler O'na Müslim/teslim olmuşuzdur» demişlerdi.” (Bakara, 133) Ayetin başındaki soru, Yahudilerin, Hz. Yakub’un evlatlarına Yahudiliği vasiyet ettiğine dair iddialarına işaret ediyor ve bunu reddediyor. Bu ayetler Yahudi ve Hıristiyanların mevcut dinlerini mezkûr peygamberlerle ilişkilendirmelerini dolaylı biçimde anlatıyor. Doğrudan anlattığı ise bu peygamberlerin dininin hep aynı olduğu ve temelde Allah’a teslimiyet anlamına gelen İslam olduğudur.
Bu konuda doğrudan ifadelerin yer aldığı ayetler olduğunu da belirtmiştik. Şimdi o ayetleri görelim. Önce şu ayeti okuyalım: “Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? Peki, siz mi yoksa Allah mı daha iyi bilir? de. Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 140) Bu ayette Ehl-i kitabın söz konusu iddiası reddedilirken “Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır?” cümlesiyle bir başka gerçeğe de dikkat çekiliyor. Onların bu iddiayı bilinçsizce ortaya atmadıkları, aslında İbrahim ve diğer peygamberlerin Yahudi ve Hıristiyan olmadıklarına dair bilgi sahibi oldukları; ama buna rağmen sırf batıllarını hakikat göstermek için bunu gizledikleri ifade ediliyor.
Âl-i İmran suresinde yine bu hususta nazil olan başka ayet var: “Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de şüphesiz ondan sonra indirilmiştir. Akletmiyor musunuz? (…) İbrahim, Yahudi de, Hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir Müslimdi; ortak koşanlardan değildi. Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu Peygamber ve müminlerdir. Allah müminlerin velisidir.” (Âl-i İmran, 65-67)
Her iki ayet de Yahudi ve Hıristiyanların Hz. İbrahim üzerinden kendilerine meşruiyet davası güttüklerini, onların da Hz. İbrahim’in iman ettiği dine iman ettiklerini ve haliyle ona dinde varis olduklarına dair düşüncelerini ortaya koyuyor. Kur’an ise bu iddiayı yalanlıyor; açıktan Hz. İbrahim’in ne Yahudi ne de Hıristiyan olmadığını belirtiyor. Yahudilik ve Hıristiyanlıkla Hz. İbrahim arasında bir alaka kurulamayacağını gösteriyor. Ayrıca Hz. İbrahim’in müslim olduğu ifade edilerek Yahudilik ve Hıristiyanlığın ne haniflikle ne de Müslimlikle/İslam’la da bir alakasının bulunmadığı da ifade edilmiş oluyor.
Şimdi buradan başlığa geliyoruz. Yukarıda mealine yer verdiğimiz Bakara 140. ayetin içinde geçen bir cümle vardı. O cümleyi tekrar hatırlayalım. “Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zalim kim vardır?”
Şimdi bu cümlenin bağlam içinde neye denk düştüğünü tekrar hatırlayalım. Bu cümlenin öncesinde İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarına dair Ehl-i kitabın iddiasına yer veriliyordu. Şu halde sadedinde bulunduğumuz cümlenin bağlam içindeki açılımı şu oluyor: “Anılan peygamberlerin Yahudi ve Hıristiyan olduklarını söyleyerek Allah’ın kendilerine verdiği gerçek bilgiyi gizleyenden daha zalim kim olabilir?” Peki, Allah’ın kendilerine verdiği gerçek bilgi nedir? İşte o bilgi Âl-i İmran 66. ayetinde bize de verilen şu bilgidir: “İbrahim, Yahudi de, Hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir müslimdi; müşriklerden de değildi.” Şimdi bu bilgiyi de hesaba katıp ilgili cümleyi biraz daha somutlaştıracak olursak şöyle diyebiliriz: “İbrahim’in Yahudi ve Hıristiyan olmadığı yönündeki gerçek bilgiyi gizleyip, onun Yahudi ve Hıristiyan olduğunu iddia ederek gerçeğin tanıklığını gizleyenden daha zalim kim olabilir?”
İşte şimdi meselenin “İbrahimî dinler” söylemiyle alakasına gelebiliriz. Önce söylemin ifade ettiği anlamı, çağrıştırdığı düşünceyi konuşalım. Bu söylemin, Müslümanlık, Yahudilik ve Hıristiyanlığın aynı kökten gelen kardeş semavi dinler olduğu yönünde bir iddia taşıdığı açık. Söylemin lafzî içeriğinin yanında siyasî ve sosyal bağlamı muvacehesinde mesaj içeriği itibarıyla da bunu pekala söyleyebiliriz. Bununla birlikte söylemin, Allah katında yegâne din olan ve Hz. İbrahim de dâhil bütün peygamberlerin tek dini bulunan Müslümanlığın yanına birer beşerî din olan Yahudilik ve Hıristiyanlığı katarak onlara da en az Müslümanlık kadar meşruiyet kazandırmaya yaradığını ve bu yolla İslam’ı alternatifi bulunan dinlerden bir din kategorisine indirgediğini her geçen gün daha net olarak görmekteyiz. Öte yandan ilahiyatçıların bugün şu veya bu yönüyle Ehl-i kitabı konu edinen araştırmalarında her geçen gün Ehl-i kitap lehine daha bir netleşen teolojik temayül de bunun bir göstergesidir.
Şu halde yukarıda mealleri verilen ayetlerde kadim Ehl-i kitabın dile getirdiği İbrahim peygamberin Yahudi olduğu ya da Hıristiyan olduğu yönündeki iddia ile İbrahimî dinler söylemindeki iddia arasında temelde bir fark yoktur. Tek fark öze taalluku olmayan ayrıntıdadır ve o da o günkü Ehl-i kitabın iddiasında İbrahimî olmak sadece Yahudilik ya da Hıristiyanlığın hakkı görülürken, “İbrahimî dinler” söyleminde bu hak anılan iki dinin yanında Müslümanlığa da layık görülmektedir. Sonuçta her iki iddiada da Hz. İbrahim’le Yahudilik ve Hıristiyanlık arasında Kur’an’ın reddettiği ve gerçek bilgiye dair şahitliği gizlemeye eşitleyip en büyük zulüm gördüğü düşünce olumlanmaktadır. Bu bakımdan dün bu ayetteki tehdidin hitabına, Yahudilik ya da Hıristiyanlıkla Hz. İbrahim arasında bağ kurmaya çalışan kadim Yahudi ve Hıristiyanlar dâhil olduğu gibi bugün bunların yanında, dinler arası hoşgörü kültürünün havariliğine soyunan ve “İbrahimî dinler” yalanıyla her üç dinin modern insani değerlerle uzlaştırılması kabil prensiplerinden eklektik bir “insanlık dini” projesinin Müslümanlık cenahındaki taşeronları de dâhildir.
Tarihin tanıkları seçilen adil bir ümmetin varisleri olarak şahadetimizle dünya insanlarına deklare edilmek üzere Allah’ın bize emanet ettiği bu hakikati bugün “İbrahimî dinler” söylemiyle yine bizlerin gizleyip tahrif etmekte olması ne kadar hazin değil mi?
Talha Hakan Alp